8 Mart 2010 Pazartesi

Kanser araştırması yapan Amerikalı genetikçiler, ten rengini belirleyen geni belirlediler. Ten rengi, biyolojinin en büyük gizemlerinden biri kabul ediliyordu.

Science Dergisi, Pennsylvania Üniversitesi genetikçilerinden Keith Cheng'in ‘Gende bulunan tek bir amino asitteki değişiklik, ten renginin belirlenmesinde büyük rol oynuyor ve Avrupalıların neden Afrikalılara göre çok daha açık ten rengine sahip olduklarını açıklıyor' ifadesine yer verdi.

Bilim adamları, yeni bulunan gene ‘SLC24A5' ismini verdiler. Genin en tehlikeli cilt kanserlerinin tedavisinde kullanılabileceği belirtildi.

Yeni belirlenen genin solaryumlarda morötesi ışınlar vasıtasıyla bronzlaşmak ya da kimyasal maddeler kullanarak ten rengini açmak yerine de kullanılabileceği ifade edildi. Genetikçiler, ırklar arasındaki ten rengi farklarını belirleyen genlerin birçoğunun ise hálá gizemini koruduğunu söylediler.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr

DEMİR SAKLAMA PROTEİNİ



Yaşamın en küçük birimi olan hücrelerde büyük teknolojiler bulunmaktadır. Milimetrenin binde biri kadar bir bölgede olağanüstü ilginç olaylar cereyan etmektedir. Hücre insana hayranlık veren detaylarla doludur. Her an sayısız faaliyet olağanüstü bir hızda, olağanüstü bir koordinasyonla yürütülmektedir.
Bu yazımızda yeryüzünde en çok bulunan elementlerden olan, hücreler için de hem çok faydalı hem de çok tehlikeli olabilen demirle ilgili şaşırtıcı bir olaya şahit olacağız.


Demirin Hücredeki Serüveni


Demirin hücrelerde sayısız hayati görevi vardır. Demir molekülü solunum, fotosentez, azot bağlama, DNA’daki genlerin kontrolü, DNA sentezi gibi çok çeşitli biyolojik faaliyetlerde kullanılır.


Ancak demir molekülü hassas bir oranda vücudumuzda tutulmalıdır. Az olması durumunda sözünü ettiğimiz faaliyetler gerçekleşmez, çok olması durumunda ise son derece yıkıcı etkileri vardır. Oksijen varlığında, fazla demir hücrenin en temel yapı taşlarını yıkar. Bu temel yapıtaşlar arasında DNA, RNA, proteinler ve zarlar bulunmaktadır. Hücrede serbest bir şekilde dolaşan demir iyonları bu yüzden sıkı kontrol altında tutulması gerekir.


Demir dünyada en çok bulunan 4. elementdir. Ancak normal şartlarda su içinde çözünmediğinden temini için ek sistemler gereklidir. Hücre içindeki miktarı da son derece sıkı kontrol gerektirmektedir. Azlığında çok önemli hücre içi faaliyetler gerçekleşmez. Fazla olduğu takdirde ise hücrenin yapıtaşlarını bozguna uğratır.


Protein Saklama

Bu kontrolün bir parçası olarak bazı proteinlerin bu demir iyonlarını depoladığını biliyor muydunuz?
Genel olarak bilinen 3 tip demir saklama proteini vardır. Bunlar;




  • Ferritin


  • Bacterioferritin (Bfr)


  • DPS

Farklı tip canlılarda bulunan bu proteinler birbirlerinden farklıdır. Ancak görevlerini eksiksiz yaparlar. Örneğin tek bir Ferritin veya Bfr proteini 2000 ile 3000 demir atomu barındırabilmektedir. Bir proteinin kompleks işlemler neticesinde tehlikeli maddeleri hücrenin yararına taşıyor olması oldukça ilginçtir.
Depolar, fabrikada fazla malların biriktirildiği özel bölgelerdir. Bu sayede, bu maddeler gerektiğinde kullanılabilmektedir. Bu proteinlerde aynı bu şekilde işlemektedir.

Ferritin adlı molekül, demir iyonlarını depolama görevini üstlenmiştir. Bu molekül şekil itibari ile bir harikadır. Özel olarak depolama görevi için dizayn edilmiştir. 24 tane birimin mükemmel bir şekilde birleştirilmesi ile meydana gelir.

Bilimsel adı Bacterioferrin ve Dps olan proteinler de demir iyonlarını taşımakla görevlidirler. Bu moleküller son derece kompleks bir görünüme sahiptirler.
3 boyutlu resimlerinden de anlaşılacağı gibi demir saklama proteinlerinin son derece harika bir yapıları vardır. Merkezlerinde bulunan boşlukta demir için özel bir yer hazırlanmıştır. Bu bölgede demir iyonları depo edilir. Demir, bu merkezi boşluğa alınırken kimyasal bazı işlemden geçirilir.
Gemilerin önemli bir özelliği muazzam yük taşıma kapasiteleridir. Hücrelerimizde de demir saklama proteinleri muazzam sayıda demir iyonunu taşımaktadırlar.

ŞALTER GÖREVİ ÜSTLENEN GEN


İngiliz araştırmacılar, son çalışmaları ilevücudun kanserle savaşında ‘ana şalter’ görevini üstlenen geni keşfetti.

Yeni geliştirilen tedavi yöntemlerine yönelik umutları artıran ana genin, tümör hücreleriyle mücadele edip, bu hücreleri öldürebilecek güçteki kan hücrelerinin üretimini tetiklediği bildiriliyor.


Çalışmalarda, gönüllülerden alınan ‘doğal katil hücre’ler bazı kanser hastalarına uygulanmış; yalnız hücreler başka bir bireyden geldiğinden tam eşleşme sağlanamamıştı.


Bulunan E4bp4 adlı bu ana gen, henüz görevi belirlenmemiş ‘boş’ kök hücrelerin bağışıklık sistemindeki doğal katil hücrelere dönüşmesini sağlıyor.


Imperial College London’dan araştırmacı Hugh Brady, doğal katil hücreleri, beyaz kan hücrelerinin ‘Sindirella’sı olarak nitelendirerek “Bu hücrelerin nasıl çalıştıkları hakkında çok az bir fikrimiz var; yalnız nereden geldiklerini hâlâ bilmiyoruz” şeklinde açıklamada bulundu.


Ulaşılan sonuç bulguları ile, bağışıklık sisteminin diyabet ve çoklu skleroz gibi rahatsızlıklarla olan ilişkisini de aydınlatması bekleniyor.


Kaynak: http://www.saglikbilimi.com



YÜRÜYEN PROTEİNLER


İnsan olmanın en güzel yanlarından biri, yürümektir. Bu sayede hareket imkanı buluruz. İstediğimiz yere yönelip kolaylıkla ihtiyacımızı gideririz. Üstelik pek çok canlı 4 ayaklıyken bizler 2 ayakla yürüyebiliyoruz.


Bilim dünyasında yakın zamanda büyük bir keşif yapıldı. Kinezin ve Miyozin 5 adlı proteinlerin tıpkı insanmışlarcasına başka bazı proteinlerin üzerinde yürüdükleri ispat edildi. Üstelik bu moleküller yürürken sırtlarında hücre içinde bulunan organel ve vezikül denen paketçikleri taşımaktadırlar. Protein yürüyüşünde ihtiyaç duyduğu enerjiyi ATP moleküllerinde saklı olan enerjiyi kullanarak sağlamaktadır. Bu enerji neticesinde proteinin 3 boyutlu şeklinde değişiklik olur. Moleküllerdeki bu şekil değişikliği ise proteinin hareket etmesine neden olmaktadır.

Miyozin 5 proteini hayranlık uyandıran bir tarzda aktin adlı proteinlerinin üzerinde yürümektedir.


2 ayaklı yürümek belli bir eğitimden geçtikten sonra mümkün olmaktadır. Moleküllerin 2 ayaklı yürümesi çok ilginç bir durumdur. Etrafınızda bulunan cansız eşyaların uçuşarak havada dolaşması ve odanın bu şekilde düzenlenmesi karşısında şüphesiz şaşırdınız. Hücrede bunun gibi hayret verici işler her an olmaktadır. Bunlardan biri miyozin 5 ve kinezin proteinlerinin şinsanlar gibi yürümesidir. Bu tarifi güç etkileyici bir durumdur.
Bir proteinin başka bir proteinin üzerinde yürüyerek hareket etmesi, insan yürüyüşüne benzemektedir.

Kinezin adlı protein molekülü mikrotübül adlı bir başka protein üzerinde yürürken gösteren resim. Bu protein aynı zamanda sırtında yük de taşır. Hücre içinde hareketi zor olan paketler bu sayede ilgili yerlere teslim edilir. Bir proteinin hem yürüyor olması hem de bu sırada hücre için gerekli olan bir paketi taşıyor olması oldukça ilginçtir.

İnsanoğlunun yıllardan beri hayali olan yürüyen robotlar bilimadamları ve mühendislerin yoğun çalışmaları neticesinde mümkün olmuştur. Bir molekülün tıpkı insanlar ve ASIMO adlı robot gibi yürüyor olması tarifi güç bir hayranlık uyandırmaktadır. Moleküllerin hücrede diğer büyük moleküller üstünde yürüyerek yük taşımaları ise son derece şaşırtıcıdır.

HÜCREDE GÜÇLÜ ELEKTRİK TARLALARI: METRE BAŞINA 15 MİLYON VOLT


Standart bir voltmetrenin binde biri büyüklüğünde olan dünyadaki en küçük voltmetre kullanılarak şaşkınlık uyandırıcı bir bilgi ortaya çıkarıldı. Sıradan bir hücrenin içinde bir yıldırım çıkaracak kadar kuvvetli elektrik tarlaları bulundu.

Hücrelerin oldukça güçlü elektrikle yüklü olduğuna dair daha önceden de çıkarımlar olmasına rağmen, araştırmacılar hücrenin %99.9’nun elektrik bakımından bir uykuda olduğunu varsayıyordu. Ama dünyadaki en küçük voltmetreyi icat eden Michigan Universitesi biofizik kimyageri Raoul Kopelman, farelerin beyin hücrelerini bu alet ile donattı ve metrede 15 milyon volt kadar güçlü alanlar buldu.

DAHİ MATEMATİK PROFESÖRLERİ: TOPOİZOMERAZLAR


En küçük bir nokta bile içinde büyük bir alem barındırır. Örneğin DNA bunlardan biridir. 20. yüzyıldaki en büyük keşiflerden biridir. DNA hücrenin içinde, gözle görülemeyecek kadar küçük bir bölgede, canlıyla ilgili kütüphaneler dolusu bilgi saklar. Bu yazımızda ise DNA ile ilgili çok ilginç bir enzimi tanıyacağız. Bu enzim, bir matematik profesörü gibi davranmakta ve DNA’nın şeklinde değişikliklere sebep olmaktadır. Bu enzimin adı topoizomerazdır. Topoizomeraz enzimleri, DNA’daki zincirleri kırıp, birbirleri üzerinden atlatır ve tekrar birleştirir. Bu sayede, zincirlerin birbiri etrafındaki dönüş sayısı azaltılır. Bunun neden gerekli olduğu, ileri bir matematik bilgisi gerektirmektedir. Bu dahiyane tekniği kullanarak, bu enzimler çok önemli faaliyetleri yerine getirirler.

DNA’nın tıpkı bizim gibi kendine özgü bir dili vardır. Bu dilde 4 harf bulunmaktadır. Bu 4 harfle, bütün hücre bilgisi kodlanmıştır. Bu yüzden DNA’yı büyük bir ansiklopedi gibi düşünebilirsiniz. Ancak bu ansiklopedinin bir özelliği vardır. Bu ansiklopedi yedeklidir. Bilgi çift zincir halinde kodlanmıştır. Tek zincirde bütün bilgi varken; ikinci zincirde de bunun bir kopyası vardır. Bu da, ek bir koruma sağlamaktadır. Çeşitli tamir mekanizmalarıyla , tek zincirdeki aksaklıklar sistemlerce tespit edilir ve diğer zincirdeki doğru bilgiye bakılarak hatalar düzeltilir. Kütüphaneler dolusu bilgi, gözle görülemeyecek kadar küçük bir bölgeye sığdırılmıştır. DNA, çift zincirin birbiri üzerinde bükülmesiyle meydana gelir. Gevşemiş durumda her 10.5 bazdan sonra DNA kendi üzerinde bir tur yapmış olur. DNA’daki çift zincirin özelliği, zincirlerin birbiri üzerinden bükülmeleridir. Öyle ki gevşemiş durumda yaklaşık her 10.5 bazda bu bükülme neticesinde DNA zinciri dönme ekseni etrafında bir tur yapar. DNA’nın birbirinin üzerinden dönerkenki bu tur sayısının, DNA’nın 3 boyutlu görünümü açısından önemli bir yeri vardır. Bu noktada mucizevi bir molekül ortaya çıkar. Bilimsel adı topoizomeraz olan bir enzim, DNA’nın dönme sayısını değiştirme yeteneği vardır. Bu sayede hücre için çok kritik olan DNA’nın çoğaltılması işlemi ve DNA’nın paketlenerek şekil verilmesi mümkün olur.


Topoizomerazlar DNA üzerinde ne tür işlemler yaparlar? Topoizomeraz enzimleri DNA zincirlerini kırmaya yararlar. Topoizomeraz enzimlerinin 2 tipi vardır. Bunlar Topoizomeraz tip 1 ve Topoizomeraz tip 2 olarak adlandırılmaktadır.Tip 1 Topoizomeraz tek DNA zincirini kırar. Kırılan zinciri diğer zincirin üzerinden atlatır ve birşeltiririr. Tip 2 Topoizomeraz ise DNA’nın iki zincirini kırar zinciri son derece şuurlu işlemle döndürür ve tekrar birleştirir.


Topoizomeraz Enzimleri DNA Zincirini Keser: Topoizomeraz enzimlerinin, tıpkı makasın kağıdı kesmesi gibi, DNA zincirini kestiğini biliyor muydunuz? Bu kesme işlemi DNA’ya zarar verme maksatlı değildir. Bu çok ileri düşünceli birinin verebileceği bir karardır. Kesme işlemi ile bazen DNA’nın kendini çoğaltması için ilk adım hedeflenir. Bazen de DNA’nın paketlenerek şekil alması hedeflenir.

Topoizomeraz Enzimi Örgü Örer Gibi Zincirleri Birbiri Üzerinden Atlatır: Topoizomeraz enzimi tıpkı örgü ören birinin gösterdiği mahareti sergiler. DNA zincirleri kırdıktan sonra birbirinin üzerinden kusursuz bir şekilde atlatır. Daha sonra da kırığı tamir etmek için yapıştırır.


DNA Zinciri Kırdığı Zinciri Yapıştırır : DNA’yı tek başına kırmanın hiç bir yararı yoktur. DNA’yı kırdıktan sonra DNA zincirinin ucu açıkta kalır. Zincirleri tekrar yapıştırmak da gerekmektedir. Topoizomeraz enzimi bunu da yapar. Bu enzimin DNA üzerinde bir işçi gibi çalışması hayranlık uyandıran bir durumdur. Topoizomeraz enzimleri bu işlemi yaparken matematik profesörlerinin anlayabileceği kompleks bir düşünceyi kullanırlar. Topoizomerazlar, matematikte topoloji adlı kompleks bir alanın kavramlarını bilircesine hareket ederler.


Topoizomeraz Bu İşlemleri Niye Yapar?


1) Topoizomerazlar DNA’nın çoğaltılmasının ilk adımını oluşturur.
DNA’da çift zincirin birbiri üzerinde dönerek sarılması güçlü bir yapı kazandırır. Bu dönen yapıya helezon da denir. Ancak bu bir yandan önemli bir probleme sebep olur. DNA çoğaltılırken zincirler arasındaki bağlar kırılması gerektiği gibi helezonun da açılması gerekir. Önceleri biyologlar bu enzimin varlığından haberdar değildi. DNA’nın helezon açılmadan nasıl çoğaltıldığı araştımacıların kafasını karıştırdı. Öyle ki 1979 yılında bazı araştırmacılar DNA’nın birbiri üzerine dönmediğini, yanyana duran çift iplik olduğunu savunmaya başladılar. Ancak topoizomeraz enziminin keşfi ile biyologların bu kafa karışıklığı çözüldü. Buna göre topoizomeraz enziminin yardımıyla ilk önce zincirin biri kesiliyor diğer zincirin üzerinden atlatılıp tekrar birleştiriliyor. Bu sayede dönme sayısı bir azaltılıyor. Bu da DNA’nın içinde enzimlerin girebileceği boşluğa olanak veriyor. DNA zinciri birbirinin üzerinde dönmeseydi, tıpkı fermuarın açılması gibi zincirlerin birbirinden ayrılması yeterli olurdu. Ancak zincirlerin birbiri üzerinden dönmesi bunu yeterli kılmamaktadır. Ayrıca bu dönme harketinin de ortadan kaldırılması gerekir. Topoizomeraz enzimi işte bu problemi çözmekle görevlidir. Bu şekil, DNA’nın kendini çoğaltması sırasındaki aşamaları gösterir. Ancak, ilk aşamada zincirlerin açılabilmesi için, bir boşluklu alan gereklidir. Bu boşluklu alan bağlanma sayısının bir azaltılması ile mümkün olur. Bunu topoizomeraz enzimi yapar. Aksi halde diğer enzimler faaliyetlerini sürdüremez. Neticede DNA’da çoğaltılamazdı. Bu da yaşamın sonu anlamına gelirdi.


2 Topoizomeraz enzimi DNA’nın paketlenmesine yardımcı olur.
Topoizomeraz enzimleri, DNA zincirlerini kırıp, birbiri üzerinden atlatıp, tekrar yapıştırarak DNA’nın dönme sayısını azaltırlar. Dönüş sayısının azalması, yapısal gerilmeye yol açar; bu gerilme de süperkıvrım adlı bir şekilin oluşmasıyla dengelenir. Süperkıvrımları telefon kablolarının birbiri üzerinde kıvrılması ile oluşan şekillere benzetebiliriz. Süperkıvrımların oluşturulması ile DNA daha az yer kaplar. DNA’daki kıvrılmalar, telefonun kablosunun kıvrılmasına benzer. Çift zincirde bu kıvrılmaları sağlamak için topoizomeraz enzimleri görev yaparlar. Topoizomeraz enzimlerinin DNA’ları kırıp kıvrılmaları azlatması ile DNA molekülünde bir gerilim meydana gelir. Bu gerilim, DNA’nın kendi üzerinde kıvrılmalar yapılmasıyla aşılır. Bu sayede DNA daha küçük yer kaplar. Topoizormeraz enzimi, DNA’da süperkıvrılma adlı yapılar oluşmasını sağlar. Ancak bunu yaparken mucizevi bir teknik uygular. Matematik dahisi gibi davranır. Zincirlerden birini kırar ve diğeri üzerinden atlatır. Bu, DNA’daki dönme sayısını azaltır. Bunun neticesinde oluşan gerilim, DNA’nın birbiri üzerinden kıvrılarak süperkıvrım adlı yapıların oluşmasına sebep olur.

NOBEL ÖDÜLLÜ MOTOR


Ünlü İngiliz mucit James Watt tarafından geliştirilen buhar motorları endüstriyel devrimin başlangıcında kilit rol oynamıştır. Bu motor sayesinde büyük bir güç elde edilmiş ve emek gerektiren işler çok daha hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu teknolojiyi ilk kullanan İngiltere de dünya sahnesinde giderek ön plana çıkmıştır. Motorların modernleşmede etkili bir şekilde kullanılması yakın zamana rastlamasına rağmen bütün canlılarda moleküler seviyede motor teknolojisinin sayısız örneği olduğunu biliyor muydunuz? Bu motorların en çok hayranlık uyandıranlarından biri bilimsel adı ATP Sentaz olan moleküllerdir. Kullandığı teknoloji son derece ileri olan bu benzersiz motoru gelin beraber tanıyalım.


Endüstriyelleşmenin başlangıcında James Watt’ın geliştirdiği buhar makinelerinin büyük önemi olmuştur. Yüksek bir zeka ve mühendislik gerektiren bu makinelerin 100 trilyon hücrenizin herbirinde sayısız miktarda bulunduğunu biliyor muydunuz? ATP sentaz adlı moleküller muazzam bir teknoloji ile buhar motorlarına benzer şekilde çalışırlar. Bu moleküller ATP adlı enerji paketçiklerini üretirler.


Dünyanın belki de en küçük motoru olan ATP Sentazların keşfi bilim dünyasında derin bir şaşkınlık uyandırmıştır.Bilim adamlarınca muazzam, harika gibi sıfatlarla anılırlar.


Buhar tribünleri, su buharındaki enerjiyi kullanarak elektrik enerjisi elde etmeye yararlar. Basıncı yüksek buhar, jeneratörü döndürür. Bunun neticesinde oluşan hareket özel bir sistem ile elektrik enerjisine çevrilir. ATP sentaz adlı mucize molekül de benzer bir yapıda ve benzer bir iş için vardır. ATP Sentazlar hücredeki proton yoğunluğundan faydalanarak hücre için temel enerji paketçiği olan ATP’yi üretirler.


ATP Molekülü Mucizesi
Hücrelerimizin temel enerji kaynağı ATP adlı enerji paketçikleridir. Hücrelerimizdeki çoğu işlem bu moleküllerde saklı bulunan enerji kullanılarak yapılmaktadır. Öyle ki bilim adamları günde ortalama 50 kilo ATP üretildiğini hesaplamaktadır. Ve bu 50 kilo ATP’nin %95’i yani 47.5 kilosu ATP Sentaz yoluyla elde edilir.
ATP adlı molekül tekrar tekrar kullanalıbilen pillere benzer.


ATP Sentaz Motorunun İç Yapısı


ATP Sentaz moleküler motorunun iç yapısı insanı hayrete düşürür. Çünkü bu iç yapıyı incelediğimizde buhar motorlarının yapısını burada aynen yer aldığını görürüz. ATP Sentaz motoru 2 ayrı bölmeden oluşur. Bu bölmeler tıpkı bir çark gibi dönebilmektedir. Bu çarklar birbirlerine özel bir ünite ile bağlıdır. Dönen bölmelerden biri hücre içinde bulunan mitokondri ve kloroplast gibi zarlı yapılara monte edilmiştir. Mitokondriler enerji santralleri görevini görürken kloroplastlar enerji kullanılarak şeker molekülleri üretmeye yararlar. Dolayısıyla ATP Sentazlar son derece önemli yerlere yerleştirilmiştir. Diğer dönen bölme ise zarın dış yüzüne bakmaktadır. Zarın iç yüzündeki kısımda proton yoğunluğu diğer bölmeye göre çoktur. İşte ATP Sentazlar protonlardaki bu yoğunluk farkını kullanarak enerji üretirler. Bu tıpkı barajlarda biriken suyun karşı tarafa geçerken elektrik üretilmesi mantığına benzer.

ATP Sentaz motoru şu şekilde çalışır. Zara monte edilmiş bölümün dönmesiyle hareket bir çubuk vasıtasıyla 2. Bölüme aktarılır. Bu 2. Bölümün dönüşü ile de vücudun temel enerji paketi olan ATP elde edilir. ATP molekülü ortamda bulunan ADP ve fosfat gruplarının birleştirilmesi ile elde edilir. Alttaki çarkın dönme hareketinin bu işlem için kullanılması son derece hayranlık uyandıran tekniklerle meydana gelir. Bu çark neredeyse mükemmel bir verim ile ATP üretimini gerçekleştirir.


Her Hücrenizde Sayısız Elektrik Santrali Olduğunun Farkında mısınız?

Barajlar nehrin iki yakasını birbirinden ayırarak, bir tarafta su birikmesini sağlarlar. Yüksekte biriken su ise tribünleri döndürür. Hücrelerimizdeki enerji üretimi de buna benzer bir mantıkta meydana gelmektedir. Zarın bir yüzünde biriken protonlar geçtikleri kanal aracığı ile enerjilerinin bir kısmını vererek ATP Sentaz molekülünün zara yapışık kısmını döndürürler. Bu hareket bir ünite yoluyla dıştaki çarkı döndürür. Bu ikinci çarkın döndürülmesi ile de temel enerji paketi olan ATP molekülü elde edilir. Protonlar, evrendeki en temel yapıtaşlardır. Protonlardaki potansiyel enerjiden vücudun temel ihtiyacını karşılamak eşsiz bir sanattır. Vücudunuzun her yanı böyle sayısız elektrik santrali ile çevrili olması düşündürücü bir gerçektir.


Protonlar zardan geçerken enerjilerinin bir kısmını verirler. İşte bu enerji kullanılarak zara monte olan bölme döner. Bu dönme hareketi iki çarkı birbirine bağlayan bir ünite vasıtasıyla diğer çarka iletilir. Böylece diğer çark da döner. Bu çarkın dönüşüyle de ATP enerjisi elde edilir. ATP Sentaz Enzimi besinlerden gerekli enerjiyi elde etmekte kritik bir görev alır.


Biyolojik motor olan ATP Sentazla ilgili keşiflerinden dolayı Paul Boyer ve John Walker adlı bilim admaları Nobel ödülü aldılar. Daha halen pek çok bilim adamı bu moleküler harika ile ilgili çalışmalara devam etmekteler.